
Eray Eroğlu
Müsavat-ı Tamme
Aile, kadın ve kadın hakları toplumsal dönüşümün ana eksenini oluşturmaktadır. Özellikle son zamanlarda ‘’kadın hakları’’ çerçevesinde gelişen tartışmaların, sosyal alanın dönüşümüne dair başlıkları barındırdığını görmekteyiz. Kadın hakları başlığında yürütülen tartışmaların iki uç noktasında bulunan taraflarının ilişki ağlarının tehlikeli yerlere çıktığını söyleyebilirim. Kadın hakları ve aile kavramları ile yürütülen söylemlerin, gerçeklik ve hakikatten uzaklaşan taraflarının tahribat niyetini taşıdığı aşikardır. Özellikle Türkiye’de son zamanlarda meselenin; kadın hakları ya da kadın özgürlüğünün ötesinde ‘’cinsiyet eşitliği’’ ve bununla irtibatlandırılmış küresel fon destekli derneklerin gündemiyle yürütülüyor olması, ziyadesiyle endişe vericidir.
Sosyal dönüşümlerin tarihsel arka planı, bugünün anlaşılması adına ziyadesiyle kıymetlidir. Türk modernleşmesi açısından da ‘’aile’’ ve ‘’kadın’’ merkezde tutulmuştur. Ziya Gökalp’in ‘’yeni hayat’’ söylemiyle ve ‘’milli aile’’ ana ekseninde Türk modernleşmesinin temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır. Dönem itibariyle ulus devletin köşe taşlarının başında ailenin dönüşümü bulunmaktadır. Ailenin dönüşümü ise ‘’kadın’’ bağlamında değerlendirilmiştir. Burada ilk mesele ise ‘’çekirdek aile’’ ile geniş ve erkek merkezli ailenin değişimi olmuştur.
Her ne kadar çekirdek aile, Batı merkezli bir yapı olsa da Ziya Gökalp ve dönemin isimleri, ailenin Türk toplumunun geleneksel yapısı çerçevesinde korunmasını da dile getirmişlerdir.
Bunun dışında kadın özgürlüğü tartışmalarının arttığı ve feminizm kavramının ilk kullanıldığı yıllarda, karşı tezlerde ortaya konmuştur. Öyle ki sosyal ve bilimsel referanslar ortaya konarak yayınlar yapılmış ve Dr. İsmail Kenan gibi bazı isimler feminizmden ‘’emraz-ı ictimaiyye’’ yani ‘’toplumsal hastalık’’ olarak bahsetmiştir.
II. Meşrutiyet yıllarında kadın özgürlüğü, feminizm ve milli aile tartışmaları daha fazla önem kazanmıştır. Kadın ve erkek eşitliği ‘’müsavat-ı tamme’’ adıyla aydın kesimin uzun süre tartışmalarında bulunmuştur. Sabiha Sertel gibi isimler, feminizm konusunda ziyadesiyle fazla yayın yapmışlar ve konuyu birçok boyutuyla gündemlerine almışlardır. Aynı yıllarda moda dergileri, güzellik yarışmaları, anketler gibi farklı çalışmalar da yapılmıştır. Tabi, burada Anadolu’nun gündelik hayatıyla merkezin yani İstanbul’un tartışma gündemleri arasındaki farklılık da ortaya çıkmaktadır.
İstanbul merkezli bu tartışmaların bugün dahi devam ediyor oluşu bize toplumsal dönüşümlerin ve etkilerinin ne kadar uzun soluklu olduğunu göstermektedir.
Dönemin savaş yılları olmasıyla birlikte, sosyal ihtiyaçlarının da savaş ekonomisine entegre olduğunu görmekteyiz. Cephede olan erkeğin yerine para kazanmak zorunda olan kadın, mecburi ve zaruri biçimde iş hayatı ve sosyal yaşamda varlığını artırdığını söylemeliyiz. Zafer Toprak hocanın bahsettiği üzere İstanbul Beyoğlu, Sirkeci ve Divanyolu’nda erkekler, kadın berberlere traş olmaya başlamışlardı.
Bu savaş ortamında, her boyutuyla oluşan değişimin içerisinde Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan’ın girişimiyle bir cemiyette kurulmuştur. Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyyesi adıyla kurulan bu cemiyet hem kadınlara iş alanı ve istihdam sağlıyor hem de onların evlenmelerine önayak oluyordu.
Sonrasında birçok kadın derneği kurulmuş ve edebiyattan, tiyatroya kadın meselesi dönemin isimlerinin gündemini uzun süre meşgul etmiştir.
Bugün ise 2000’li yıllar itibariyle tekrar gündemimizi meşgul eden konu ‘’müsavat-ı tamme’’ tartışmalarından çıkmış ve cinsiyet eşitliği çerçevesine oturtulmuştur. Bunun da ötesine geçerek cinsiyet eşitliği meselesi artık cinsiyetsizlik bağlamına oturtulmaktadır.
Tarihi serüveni ve arka planı ile konunun farklı boyutlarına eğilmek, bugünü tahlil edebilmek adına aydınlatıcı olacaktır.