
Eray Eroğlu
Zenefobi İlkel Bir Tavır mı, Üstün Bir Tutum Mu?
Özne, kendisini tanımlarken öteki tasvirine ihtiyaç duyar. Kimliğin varoluşu ve kimliğin en temel unsuru bir yekdiğerinin olması ya da daha doğru bir ifade ile ‘’ötekinin’’ bulunmasıyla ilintilidir. Öteki hem öznenin hem de kimliğin/kimlik siyasetinin en temel unsurudur. Bu açıdan meşruiyetin kaynağı bir ötekinin varlığıdır. Modern dönemde kimliklerin keskinleşmesiyle birlikte öteki tanımlamalarının arttığı ve daha keskin hatlara sahip olduğu görülmüştür. Her ne kadar kimlik ve öteki ya da yabancı kavramları modern dönemde ilgi odağı olsa da oldukça eski köklere sahiptir. Kimlik meselesinin karmaşıklığı ve çok boyutlu yapısıyla birlikte bugün ki anlamından farklı biçimde tezahür etmiş de olsa öteki ve yabancı arayışı ziyadesiyle kadim meseleler arasında görülebilir. Her dönemim yabancısı ya da her öznenin ötekisi farklılık gösterse de temelde yatan asli motivasyon aynı yerden beslenmektedir. Mekan, kan bağı, inanç, cemaat, ideoloji gibi birçok başlık üzerinden kimliğin tanımlanması mümkün olduğu gibi öteki ve yabancı tanımlaması yapmak mümkündür. Kültürel havzanın genişliğinde bir koku ya da bir yemek bile yabancıyı tanımlamak ya da bundan rahatsız olmak için yeterli meşru zemini oluşturabilmektedir. Toplumsal habitusların oluşması o kadar derinlemesine oluşabilmektedir ki ovalının köylüye, yan köyün ötekine, aynı köyde mahallelerin bir birine olan ilişkisi yabancı ve öteki tanımlamasından beslenip; düşmanlığa evrilebilmektedir. Her ne kadar bunlar taşralı adetler/tavırlar olarak görülüp geçilebilecek gibi gözükse de işin aslı öyle değildir. Siyasette, bürokrasi de ve ticarette bu ilişkilerin ve öteki/yabancı tanımlamalarının ne kadar işleyen bir durumda olduğunu görmekteyiz. Kimi bakanlıkların ya da kimi kurumların nasıl hemşehri dayanışmasıyla yönetildiği herkesin malumudur. Dolayısıyla siyasetin de belirleyici unsurları arasında bunlar yatmaktadır. Özellikle ulus devletlerin çağında, modern ilişkiler döneminde öteki ve yabancı meselesi önem kazanmıştır. Çünkü ulus devletlerin kimlikleri kendi potasında eritme gücü ve eğilimi ne kadar büyükse bir yabancıya duyduğu ihtiyaç o kadar büyüktür. Ulus devletin ulus kimliği ve özne olarak ulusu koruma iradesi yabancıları net tanımlama ve korku yaratma ihtiyacına sebep olmuştur. Modern devletlerin en temel korkusu ise göç dalgaları ve kontrolsüz hareketlilikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ulus devlet sürecinin ilk krizi içerideki ötekiler/yabancılar üzerinden oluşmuşsa da bugün kitlesel göç hareketleri başka bir boyuta evrilmiştir. Bu evrilme bu kez yalnızca bir politik alanın gündemi değil, vatandaşın bir zat yabancıdan korkuya itilmesi durumunu göstermektedir. Avrupa’nın ‘’beyaz adam’’ olarak, yabancı ya da bütün ötekileri ‘’ilkel varlık’’ olarak tanımladığı yüzyıllarda emperyalizme başvurarak özveride bulunduğuna inandığı dönemlerden bugüne derinleşen yabancı düşmanlığı, tekrar gündemdedir. İbrahim Kalın’ın ‘’Ben, Öteki ve Ötesi’’ kitabında yer verdiği biçimde beyaz adamın bu özverisini(!) görmek için Rudyard Kipling’e ait ‘’Beyaz Adamın Yükü’’ şiirine bakılabilir. Avrupa’da artan yabancı düşmanlığının kökleri buralara kadar dayanmaktadır. Dini ve etnik olarak öteki ya da yabancı olanı ötekileştirme biçimlerindeki ilkel tavrın, bugün tekrar mülteci ve göçmen krizi adıyla tekrar vücut bulduğunu görmek mümkündür. Zenofobi yani yabancı düşmanlığının en belirgin olduğu alan ise İslamofobi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fransa’da ki olayların geçmişinde de bu izlerin aranması gerekmektedir. Göç hareketliliğinin bizde de zenofobi/yabancı düşmanlığının artışına sebep olduğu söylenebilir. Üstelik bunun yalnızca siyasi arenada değil, üst komşuda pişen yemeğin kokusuna kadar indiğini de görmekteyiz. Bu alanın tek boyutlu bir yaklaşımla çözülemeyeceği aşikardır. Özellikle orta-alt sınıfların kendi varlık alanlarının ve iş sahalarında rekabetin artmasından duyduğu kaygı ve konut gibi ihtiyaçlarda talebin artmasından yaşadığı mağduriyetler, gerçek hayatın yansımalarıdır. Sosyoekonomik bir takım problemlerin suçlusu olarak, ötekinin konumlanması da hızlı bir rahatlama alanı olarak değerlendirilmektedir. Yabancı ve öteki tanımlaması bir sınır çizmektir aynı zamanda. Bu sınırların esnetilmesi ise basit söylem ve sloganlarla mümkün değildir. Ben’in yani öznenin kendi güvenliği ve varlığı ile ilgili sosyoekonomik alan başta olmak üzere bir risk görmemesi durumunun sağlanması ilk önemli adımdır. Özne ya da ben bir varoluşsal tehdit hissettiği müddetçe fay hattı oluşma riski devam etmektedir. Kimlik siyasetinin riskli alanlarından kurtulmak için sorunları yok saymak değil, reel düzlemde düşünmek gerekmektedir.