Ayşe Özel

Vuslata Şahit Olmak İster Misiniz?

Ayşe Özel

Vuslata Şahit Olmak İster Misiniz?

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir."

Bu hafta sizlere Hazreti Mevlana’nın Hakk’a kavuşmadan önce yaşanan hadiselerden bahsetmek isterim.

Veled Çelebi’nin İbtidanamesi, Feridun Sipehsalar’ın Risalesi ve Ahmed Eflaki’nin Menakıbu’l Arifin’inde (Ariflerin Menkıbeleri) Mevlâna’nın son dönemleri, vefatı ve cenaze merasimi yer yer tafsilatlı, bazen de mübalağalı şekilde anlatılmaktadır. Bu kaynaklardan faydalanarak kaleme almaya çalıştığım yazımın istifadeli olması duasıyla.

Herkesçe bilindiği üzere Şems’in, ikinci dolayısıyla son kayboluşunun ardından dostundan ayrı kalan Hz. Pir oldukça zor günler yaşamış Şems’in bıraktığı boşluğu önce Selahaddin Zerkubi’yle daha sonra Hüsameddin Çelebi ile doldurmaya çalışmıştır. Özellikle ömrünün son 10-15 yıllık devresinde Hüsameddin Çelebi’nin ısrarına dayanamayarak Mesnevi Şerif’i yazmaya başlamış, hayatının sonuna kadar da Mesnevi ve Hüsameddin Çelebi’nin sohbetiyle meşgul olmuştur.

Ariflerin gönüllerinde kalıcı bir yer bulmak istediğini söyleyen Hazreti Mevlana, dini bilgilerden siyasete, sağlıktan insan ilişkilerine ve hayata dair birçok konuya yer verdiği, 26 bin beyte yaklaşan 6 ciltlik bu önemli eseri için, "Bizden sonra Mesnevi şeyhlik edecek, arayanlara doğru yolu gösterecek, onları yönetecek ve önderlik yapacaktır." ifadesini kullanmıştır. Mesnevi'nin yanı sıra Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Mecalis-i Seba ve Mektubat adlı eserleride bizlere hediye etmiştir. Yine Gölpınarlı Hoca, ömrü boyunca çok yıpranan ve yorulan Mevlâna’nın son demlerini daimi bir tefekkürle geçirdiğini söylemiştir.

Sipehsalar, Mevlâna’nın vefatından önce Konya’da birbiri ardınca depremler olduğunu, durumdan korkan halkın felaketlerin sebebini sormak ve dua istemek üzere Mevlâna’ya koştuğunu, Mevlâna’nın ise gelenlere “Gönüllerinizi rahat tutun; zira yer acıkmıştır, yağlı bir lokma istiyor. Ama muradına çabuk ulaşacak ve bu sıkıntı sizden kalkacak” dediğini belirterek, bundan çok kısa bir süre sonra da Mevlâna’nın mizacında ‘kırıklık belirdiğini’ ve Mevlâna Celaleddin Rumi Hazretleri’nin, Hakk’a yürüyüşünden önce yakıcı bir hummaya yakalandığını ifade eder.

Eflaki, ise bu depremlerin Mevlâna hasta yatağında yatıyorken gerçekleştiğini ve yedi gün devam ettiğini söyler. Yedinci günün sonunda halkın Mevlâna’yı ziyarete geldiğini ve Hz. Pir’in yukarda bahsi geçen cevabı verdiğini söyler.

Rahatsızlandığı andan itibaren tedavisini en yakınındaki tabipler, Hekim Ekmeleddin ve Hekim Gazanferi üstlenmiş, Mevlâna’nın durumuyla yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Sipehsalar her iki doktoru “Devrinin Calinus’u” olarak niteler. Ekmeleddin ve Gazanferi, hastalığın teşhisi için Mevlâna’nın nabzını tutarak tıp kitaplarına bakmalarına rağmen bir sonuca ulaşamamışlardır. Çünkü Mevlâna’nın nabzı her seferinde başka çıkmış bu durum hekimleri zor durumda bırakmıştır. Hastalığı teşhiste aciz kaldıklarını Hz. Pir’e beyan eden hekimler cevap alamayınca durumun mahiyetini anlamışlardır.

Eflaki, vefatından üç gün önce Mevlâna’nın kimseyle konuşmadığını söyler.Hanımının sebebini sorması üzerine Mevlâna “Ben ölümümün nasıl olacağını merak ediyorum.” diye cevap vermiştir. Evde yaşayan kedisinin de Mevlâna’nın vefat edeceğini sezdiğini söyleyen Eflaki bu durumu şöyle anlatır:

‘Evde bir kedi vardı. Bu kedi Mevlâna’nın önüne geldi. Son derece hazin bir şekilde miyavlayıp feryat etti. Mevlâna gülümseyerek “Bu zavallı kedi ne diyor, biliyor musunuz?”buyurdu. Orada bulunanlar “Hayır” dediler. Mevlâna “O, ‘Bugünlerde siz selametle yükseklere ve öz vatanınıza gideceksiniz, ben zavallı ne yapacağım?’ diyor.” dedi. Bütün dostlar feryat edip kendilerinden geçtiler. Mevlâna’nın ölümünden sonra bu kedi yedi gün yedi gece su içmedi, yemek yemedi ve sonunda öldü. Mevlâna’nın kızı Melike Hatun onu kefenleyerek mübarek türbenin civarına gömdü.’ Şeklinde anlatmaktadır.

Bu esnada hem Mevlâna Hazretleri hem de etrafındakiler ‘düğün gecesi’nin yaklaştığının farkındaydılar. Yine Eflaki, vefatından önce Mevlâna’nın birçok kimse tarafından ziyaret edildiğini, Sadreddin Konevi Hazretleri’nin hasta yatağında kendisine acil şifalar dilediğini Mevlana Hazretleri’nin Mevlâna “Bundan sonra Allah sizlere şifa versin. Âşıkla maşuk arasında bir kıl gömlekten başka bir şey kalmadı. Bunu da soyup çıkarmalarını ve nurun nura ulaşmasını istemiyor musunuz?” diye cevap verdiğini yazmıştır.

Son günlerinde ve hasta yatağında sık sık etrafındakileri başına toplayan Mevlâna, onlara nasihatler ediyor ve ölmekle onlardan ayrılmayacağını, kendisini hatırlamaları halinde yanlarında olacağını, arzu etmeleri durumunda himmetinin devam edeceğini söylüyordu.Hanımı Kira Hatun “Ey alemin canı, ey Adem’in nuru, bizi kime bırakıp nereye gidiyorsun?” diye feryat ettiğinde Mevlâna “Ben nereye gidiyorum? Aranızda olduğumdan şüphe etmeyin”diyerek onu ve etrafındakileri teselli etmiştir.

Eflaki’deki bir rivayete göre yine bu günlerde, Mevlâna’nın hasta yatağı başında Hüsameddin Çelebi beklerken ansızın içeride çok güzel surette bir insan peyda olur. Bunun üzerine Mevlâna yerinden kalkar ve yatağı kaldırtır. Çelebi Hüsameddin gencin yanına giderek kim olduğunu sorar. Bunun üzerine genç, “Ben kesin karar verme meleği Azrail’im. Mevlâna hazretleri ne buyuracakdiye celil olan Allah’ın emriyle geldim. …” deyince Mevlâna “Buyrulanı yap. Allah istersesen beni sabredenlerden bulacaksın.” ayetini okur. Sonra bir leğen su isteyerek ayaklarını daldırır, alnını ve göğsünü o suyla mesheder, şiirler okuyarak “Dostlarımız bizi bu tarafa çekiyor, Mevlâna Şems-i Tebrizi hazretleri de o tarafa çağırıyor. Allah tarafına çağıranındavetine icabet edip iman getiren ayetinde buyrulduğu veçhile gitmek zaruridir.” Demiştir.

Oğlu Sultan Veled de son günlerinde Mevlâna’nın etrafında pervane olanlardandır.

Gölpınarlı, vefatından bir gün önce, yani cumartesi günü Mevlâna’nın nispeten iyileştiğini, akşama kadar gelenlerle konuştuğunu, oğlu Sultan Veled’den dinlenmesini isteyerek ona gazel okuduğunu söyler.Mevlâna Celaleddin, Hicri Cemaziyelahir’in beşinci günü 672 yılında, miladi 17 Aralık1273’te Pazar gününün akşamına doğru Hakk’a yürümüş, maşukuna kavuşmuştur.

Sultan Veled, Mevlâna’nın vefat ettiği gün ve gece şiddetli yağmurlar yağdığını, büyük yıldırımlar düştüğünü, şehirde depremler meydana geldiğini söylemiştir.

18 Aralık sabahı Konya o güne kadar görmediği ve alışık olmadığı kadar büyük bir cenaze merasimine şahit olmuştur. Geceden hazırlanıp farecesine sarılan tabut sabahın erken saatlerinde ‘sırlanmak’ üzere evden çıkmıştır. Sultan Veled kalabalıktan bahsederken küçükler, büyükler, köylüler, soylular, Rumlar, Türkler, Müslüman, Yahudi,Hıristiyan her dinden ve mezhepten insanlar cenazeyi kaldırmak üzere meydanlara toplandığını ifade etmiştir.

Bu durum Emir Pervane’ye ulaşınca, papazları ve kilise büyüklerini çağırıp ‘Bu durumun sizinle ne ilgisi var? Bu din padişahı bizim imamımızdır’ demesinin üzerine bir Rum keşişi ‘Mevlâna ekmek gibidir.Ekmekten kaçan bir aç gördünüz mü?’ diyerek Mevlâna’ya duyduğu hayranlığın sebebini

ifade etmiştir.

Kaynaklarda defin öncesi yaşananlar şu şekilde geçmektedir.’Cenazenin ardında ve önünde, hafızlar, kurralar, müezzinler Kur’an ve sala okuyor, semazenler sema ediyor, guyendeler mersiyeler diziyor sesleri her yerden duyuluyordu. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki, sabah yola çıkan ancak karanlık bastıktan sonra türbeye ulaşılabilmişti. Cenaze namazı, vefatından evvel Mevlâna’nın vasiyet ettiği üzere Sadreddin Konevi tarafından kıldırılacaktı. Şeyh Sadreddin namazı kıldırmak üzere ilerlerken bir anda ‘ah’ çekip kendinden geçti. Bunun üzerine namazı Kadı Sıraceddin kıldırdı. Şeyh Sadreddin’e kendinden geçmesinin sebebi sorulduğunda “Tam ilerlerken saf bağlamış, namaz ve niyazla meşgul meleklerin oluşturduğu bir topluluk gördüm; o halin heybetinden aklım başımdan gitti” diye cevap verdi. Mevlâna’nın Hakk’a yürümesinden sonra tam kırk gün Konya halkı yas tuttu.Kırk gün boyunca halk türbeyi ziyaret edip Mevlâna’ya olan sevgi ve özleminidile getirdiler. Kırk gün boyunca sultanlar atlara binmediler, emirler ve fakirler yemekler tertip ettiler.’

Yazımı hepimizin var olma gayretiyle yanıp söndüğü bu dönemde asırlara damga vurmuş Hazreti Pir’in şu sözleri ile bitirmek isterim:

"Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise,insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir. "

Bu şehrin evlatları olarak ona layık olabilmek duasıyla… Vakit vuslat vaktidir.

Sevgi ve saygı ile…

Yazarın Diğer Yazıları