Son zamanlarda her haberleri açar açmaz aynı manzarayla karşılaşıyoruz: bir trafik kazası haberi, bir can kaybı, yüreğimizi burkan görüntüler. İstatistikler soğuk: her gün çok sayıda can yitip gidiyor yollarda, yüzlercesi yaralanıyor. Peki, bu kadar çok mu kaderimizde trafik kazası? Yoksa biz mi bir şeyleri çok yanlış yapıyoruz?
İlk suçlu olarak genelde "trafik" gösterilir. Oysa trafik, kendi başına bir suçlu değil; sadece bir aynadır. Toplum olarak ruh halimizi, sabrımızı, saygımızı yansıtır bize. Aceleniz var, siz geçmelisiniz, öndeki araç yavaş, siz daha hızlısınız... Bu düşünce tarzı, her birimizi potansiyel birer risk unsuru haline getiriyor. Kurallar, "trafik canavarı"nı dizginlemek için değil, hepimizi birbirimizden korumak için var. Emniyet kemeri, kask, hız sınırı... Bunlar hayatımızı kurtaran basit önlemler aslında. Ama maalesef, "bana bir şey olmaz"cı zihniyet, her seferinde galip geliyor.
Akıllı telefonlar, navigasyon cihazları, sosyal medya... Hepsi dikkatimizi dağıtan unsurlar. Saniyelik bir dikkatsizlik, geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabiliyor. Araçlarımız her geçen gün daha güvenli hale gelse de, en zayıf halka maalesef ki bizleriz: insanlar. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırırken, bir yandan da sorumluluklarımızı unutturuyor.
Çözüm, sadece cezalardan veya daha sert yasalardan geçmiyor. Asıl mesele, zihniyet değişikliğinde yatıyor. Trafikte sadece kendimizin değil, başkalarının da hakkı olduğunu unutmamalıyız. Yayaya, bisikletliye, diğer sürücülere saygı göstermek, sabırlı olmak, kurallara riayet etmek... Bunlar sadece birer madde değil, birer yaşam kültürü haline gelmeli. Kısacası ceza yemeyelim diye değil “ölmeyelim” diye kurallara uyulmalı!