Bir zamanlar sabah haberlerinde “patlama” kelimesini duyduğumuzda içimiz ürperirdi.
Bir askerin tabutu geldiğinde, bir annenin ağıdı yürekleri dağlardı. Köyler boşaldı, şehirler korkuyla yaşadı. Ama her şeye rağmen Türkiye, hiçbir zaman diz çökmedi. Çünkü bu milletin kalbinde korkudan büyük bir şey vardı: inanç.
Bugün geldiğimiz noktada, artık o karanlık günler yavaş yavaş tarihin sayfalarına karışıyor. Devletin kararlı mücadelesi, milletin birliği ve kardeşlik bilinciyle birleşince tablo değişti. Terör örgütlerinin son çırpınışlarını izliyoruz. “Silahı bırak” çağrısı, yıllardır süren kanlı bir hikâyenin son satırı olma yolunda. Bu sadece güvenlik politikalarının değil, bir toplumsal iradenin zaferidir.
Çünkü terör, yalnızca dağlarda değil; zihinde, sokakta, hatta sofrada da yenilmeliydi. Ve millet, o savaşı da kazandı. Artık çocuklar oyun oynarken patlama sesiyle irkilmiyor. Babalar, oğullarının okul dönüşünü endişeyle beklemiyor.
Anneler “yeter ki sağ dön” değil, “yeter ki mutlu ol” diyor. Korku kültürü yerini huzura, umuda ve birlikte yaşam arzusuna bıraktı. İşte bu yüzden “Terörsüz Türkiye” artık bir temenni değil, bir gerçeklik haline geliyor. Hulusi Akar’ın da Konya’da söylediği gibi; “İç cephe çok önemli.”
Bu toprakların gücü, ordusundan önce halkının yüreğindedir. 86 milyon insan, tek yürek olduğu sürece hiçbir güç bu milleti bölemez. Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle... Bu toprakların bütün renkleri bir araya geldiğinde, gökkuşağı bile imrenir. “Türkiye Yüzyılı” yalnızca ekonomik, teknolojik ya da diplomatik bir hedef değildir. Bu yüzyıl, barışın yüzyılı olmalı.
Artık enerjimizi kavgaya değil, kalkınmaya; öfkeye değil, üretime harcamalıyız. Bir ülke düşünün… Cenazelerde değil, mezuniyetlerde ağlayan anneler var. İşte o ülke, bizim ülkemiz olacak.