Artık ne zaman bir "kış" desek, zihnimizde canlanan o bembeyaz, dondurucu soğuklar; ne zaman bir "yaz" desek, bunaltıcı sıcaklarla birlikte gelen, deniz ve güneş kokan o uzun günler sadece birer hatıra olarak kalıyor. Eskiden mevsimlerin bir kimliği vardı. Kış, gerçekten kıştı; kar, buz, kalın giysiler ve yanan sobanın etrafındaki samimi sohbetler demekti. Yaz ise, güneşi iliklerimizde hissettiğimiz, incecik elbiselerle gezdiğimiz, adeta bitmeyen coşkulu bir tatil mevsimiydi. O günler, takvim yapraklarının söylediği tarihe harfiyen uyan, karakteri sağlam mevsimlerdi.
Değişen Dengeler ve Kaybolan Geçişler
Ne olduysa, doğanın o kadim dengesi bozuldu. Ara mevsimler olan ilkbahar ve sonbahar adeta aradan çekildi. Kış aylarında bahar havasını, yaz aylarında ise aniden bastıran sonbahar serinliğini yaşar olduk. Bir bakmışız, kışın ortasında ağaçlar tomurcuk vermiş, bir bakmışız yazın en sıcak günlerinde palto isteyecek kadar hava soğumuş. Bu belirsizlik, sadece günlük hayatımızı değil, doğanın tüm döngüsünü, tarımı ve hatta psikolojimizi etkiliyor. Sanki doğa da ne yapacağını şaşırmış durumda, tıpkı belirsizlikten yorgun düşen bizler gibi.
Özlenen Keskin Çizgiler
O eski keskin çizgileri özlüyoruz. Kar yağdığında, "işte kış geldi" diyebilmenin güvenini; denize girerken, "nihayet yaz" diyebilmenin kesinliğini... Zira bu düzensizlik, iklim krizi denilen o büyük tehlikenin bize gönderdiği en somut ve en yakıcı uyarı. Mevsimlerin kimliksizleşmesi, dünyanın yavaş yavaş kendi kimliğini kaybetmesi anlamına geliyor. Umuyoruz ki, bu gidişata dur diyebilir ve gelecek nesillere "Kış, gerçekten kıştı" diyeceğimiz, kendi karakterlerini kaybetmemiş mevsimleri geri kazandırabiliriz.