1920’den Bugüne Bitmeyen Terör

İsrail, bir terör devletidir. Devlet eliyle uygulanan terör faaliyetinin en somut örneklerini göstermektedir. İsrail’in uyguladığı terörün; değer yargısı ve kuralı olmadan, bir millete yönelmiş soykırım faaliyeti olarak tanımlamak abartılı olmayacağı gibi az bile kalacaktır. Uluslararası basın ve kimi sosyal medya mecralarının engellemeleri ya da manipülasyonlarına rağmen izlediğimiz görüntüler, her şeyden önce bir insan olarak ama en önemlisi Müslüman bir insan olarak, büyük bir yara açmaktadır. İnsanlığın değerlerinden uzak ve hiç çekinmeden bütün kamuoyunun önünde yürütülen bu İsrail terörü/vahşetine karşı ‘’ama’’ ile başlayan her cümle yok hükmündedir. Ama ile başlayan değerlendirmeler bile yok hükmündeyken birilerinin İsrail terörüne karşı takındığı tavır da bir o kadar vahşi ve insanlıktan uzak gözükmektedir.

20 Mayıs 2021 tarihli bir yazıma da bakınca yalnızca bugünün değil, esasında 1948’den beri belki de her günün gündemi olması gereken bir konu. Bugün Dış İşleri Bakanımız Hakan Fidan’ın da söylediği gibi hırsızlıkla organize edilip ‘’yerleşimci’’ diye uydurma bir kavramla meşru zemini oluşturulmaya çalışılan İsrail’in, terör faaliyetlerinin arkasında da uluslararası birçok denge ve denklemin desteği vardır. İsrail’in bölgedeki varlığının oluşma tarihlerinden bugüne kadar da hep böyle olmuştur.

16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Anlaşmasında Osmanlı’nın topraklarını paylaşan devletler, Filistin topraklarına dair net bir taksimde bulunmamışlardır. İngiltere ve Fransa arasında muallakta kalan bu bölge için İngiltere Yahudi Lord Rothschild’in de baskılarıyla ciddi girişimlerde bulunmuştur. Bunun neticesinde bölge İngiltere’ye bırakılmıştır. Bugün birçok kez dillendirilen ve sorunun başlangıcı olarak kabul edilen Lord Rotschild tarafından kaleme alınıp İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfourd tarafından yayınlanan deklarasyon sürecin tarihsel arka planı için önemlidir.

1920 itibariyle Yahudi terör gruplarının saldırıları ve bölgedeki işgal çalışmaları devam etmektedir. Bu terör örgütlerinin üyeleri arasında İzak Rabin ve Ariel Şaron gibi isimlerinde bulunduğu söylemeliyiz. Bu İsrail terörü öyle bir hale gelmiştir ki 3 Haziran 1922 yılında İngiltere dahi Dünya Siyonist Örgütüne bir açıklama göndermiştir. Ancak bu açıklama da vaziyeti değiştirmemiş ve İngiltere buradan ayrılma kararı vermiştir. Öyleyse İsrail’i yüz yıldır bitmeyen bir terör olarak tanımlamak, mümkündür.

Filistinlilerin toprak sattığına dair üretilen tezler de buradaki terör faaliyetleri çerçevesinde çürütülmektedir. Yürütülen politikaların ve uluslararası desteklerin göz ardı edilerek yapılan bu söylemlerin de hiç masum olmadığı aşikardır.

1947 yılında İngiltere’nin konuyu Birleşmiş Milletlerin gündemine taşıması sonrasında Türkiye ilk etapta Arap Devletleriyle aynı safta yer almış ve Bağımsız bir Filistin Devleti kurulması tezini desteklemiştir. Taksim kararına ret oyu kullanan 12 devletten birisi de Türkiye olmuştur.

Filistin-İsrail Uzlaştırma komisyonu kurulmasıyla burada yer alan Türkiye, dış politikasındaki denklemlerin yer değiştirmesiyle, Hüseyin Cahit Yalçın’ın da yönlendirmesiyle Filistin konusunda yön değiştirmiştir. 28 Mart 1948’de ise İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olmuştur.

Türkiye’nin buradaki tutumuna dair eleştiriler bir yana özellikle 1973 Yom Kippur Savaşından sonra hiçbir Arap devleti Filistin Davasında aktif bulunmamıştır. Yine Türkiye burada bu davada mücadele eden önemli bölgesel aktörlerdendir.

1949, 1967, 1973’de gerçekleştirilen savaşlarda da İsrail kazanan tarafta olmuştur. Burada Amerika’nın tek stratejik ortağı olmasının da etkisi büyüktür.

Uluslararası kamuoyuna dair yapılan eleştiriler ise ne yazık ki eksiktir. Çünkü ikiyüzlülükle suçlanan sistem, ikiyüzlü değildir. Aksine tutarlı bir görüntü vermektedir. Sistemin kurgulayanları tam olarak böyle bir kurguyu ortaya koymak istemişlerdi. Uluslararası İlişkiler literatürünün yüzde kaçı Yahudiler tarafından oluşturulmuştur? Kavramların ne kadarı Yahudi kimlikli akademisyenlerle ortaya konmuştur? Bu durum savaşın geleceği için savaş kadar önem arz etmektedir.

Bölgeyi tanımlarken kullandığımız ‘’Orta Doğu’’ neresi merkeze alarak tanımlanmıştır? Bu sorunun cevabı tek başına bugün uluslararası sistemin tepkisinin de nedeni olarak yeterli olacaktır.

Mazlum Müslüman’ın yanında olmak için çok daha geniş bir mücadeleye ihtiyacımız vardır. Cesurca mücadele alanımızı genişletmek durumundayız. Yıkılmaz İsrail, Güçlü İsrail algısı için yapılan yıllardır mücadelenin nasıl delindiğini görmekteyiz. Bunu diğer alanlara da taşımak mecburiyetini taşıyoruz.

Son olarak bu yaşananları İsrail’in 11 Eylül’ü diye tanımlamak doğru değildir. Çünkü ön alıcı ve önleyici savaş kavramlarıyla 11 Eylül’ü bahane eden ABD’nin yaptıkları ortadır. Bu İsrail’in 11 Eylül’ü değildir. Bu algı yönetimlerinin nasıl yıkılabileceğini gördüğümüz ve İsrail terör devletinin, terör saldırılarını yoğunlaştırdığı, uluslararası sistemin de bu terör faaliyetlerine göz yumduğu büyük bir meseledir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eray Eroğlu Arşivi