
Eray Eroğlu
Akademinin Patikalarında
Gelişmişlik değerlendirmelerimizin bir noktasında muhakkak ‘’eğitim sistemi’’ eleştirisinde bulunuruz. Bütün sorunlarımızın düğümlendiği yerin ‘’eğitim’’ olduğunu ve eğitim hususunda hepimizin bir ihmali ve yanlışı bulunduğunu söyler, çözüme dair ezberlenmiş birkaç tavsiyeyi de ekleyiveririz. Ezberlenmiş bu olumsuz eleştirilerimizin çözümlerini kendi hayatımız ya da çocuğumuzun eğitim kariyerine tatbik etmekten ise hep imtina ederiz. Çünkü sistemin bir parçası olarak yalnızca sistemin bize dayattığı güzergahta hedefler koymak zorunda hissederiz. Kariyer planlarımızın ne olduğu kadar nasıl gerçekleşeceği de bu sistemin çarkları içerisindeki kurallar ile mümkün gözükmektedir. Öyleyse bu olumsuz eleştirilerin neden çözüme kavuşturulamadığına dair tekrar bir değerlendirme ihtiyacı kalmamaktadır. Kendi hayatımıza tatbik edemediğimiz bir meselenin çözüme kavuşması imkansız gözükmektedir.
Bu çerçevede eleştiri kervanına katılmadan kültür patikalarında yürümenin mümkün olmadığını fark ettiğimden eleştirel bir giriş değerlendirmesi yapacağım. Özellikle üniversite ve entelektüel camiamıza dair bizatihi yaşadığımız süreçler aynı eleştirilerin tekerrür etmesine sebep olmaktadır. Ancak bu tekerrür belki de çözüme dair bir katkı sunabilecektir.
Üniversitenin Avrupa tarihi açısından bakıldığında şehir ile özdeşleştiği söylenebilir. Ortaçağ’ın sonlarına doğru Avrupa şehirlerinde üniversiteler ortaya çıkmaya başlamıştır. Süreç içerisinde ise üniversitelerin olduğu yerleşim yerleri şehirlere dönüşmeye başlamıştır. Lonca örgütlenmeleri şeklinde oluşan üniversiteler, zamanın ihtiyaçları çerçevesinde kendiliğinden oluşmuş kurumlardır.
Hocaların zanaatlarını aktarmak üzerine ticari bir kurum olarak üniversitelerin yanında öğrencilerin kendi zanaatlarına katkı sunabilecek eğitmenleri bularak oluşturduğu üniversitelerde bulunmaktaydı. Bu üniversitelerin zanaat, teoloji, hukuk ve tıp alanlarında fakülteler şeklinde oluştuğunu da söylemeliyim.
Burada önemli ve üzerinde durulması gereken nokta; üniversitelerin sivil bir organizasyon olarak Avrupa’da ortaya çıkması durumudur. 13. Yüzyılda siyasi otoritelerle çatışan loncaların oluşturduğu bir yapı olması dolayısıyla üniversite özerkliği meselesi ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Avrupa’da üniversiteler kurumsal açıdan en eski kurumların başında da gelmektedir.
Eskilik ve köklü olması açısından ulus devletten daha önce kurulmuş kurumlar olarak üniversiteler Avrupa’da modern devletlerden önce varlardır. Bu durumda göstermektedir ki Avrupa’da üniversite varoluşu itibariyle sivil bir yapıdır. Modernleşme serüvenine dahil olan Avrupa dışı toplumlarda ise üniversiteleri devlet kurar ve üniversiteler tarihsel serüvenlerine bu bağlamda bir kamu otoritesinin altında başlamış olurlar.
Kamu otoritesinin altında oluşmuş kurumlarımıza bağlı çalışan akademisyenlerimizin de doğal olarak entelektüellikleri üzerine farklı bir bakış açısı ve eleştiri getirilebilir. Ülkemizde kendi akademik çabalarımız ve karşılaştığımız durumlar bağlamında profesörlüğün emeklilik makamı olduğunu görmek bile başlı başına yeterli delil teşkil etmektedir. Üretkenliğin en zirvesinde olan bu unvan esasında bizde dinlenmenin ve üretmemenin bir durağı olmuştur.
Bir de akademik kibrin ve özgüvenin ortaya çıkardığı tablo da bütün akademisyenlerin entelektüel bir kimlik ile kendilerini tanımlamaları da başka bir boyuttadır. -Bu yazımı yazarken dahi alabileceğim eleştirileri tahmin edebiliyorum.-
Lisans üstü çalışmalarda ulaşılamayan akademisyenden tutun da dersine hiç katılmamışına, akademik bir metin ortaya koymayanına kadar birçok talihsiz tanışıklığım oldu. Ancak üniversitesinin adını karıştıranı görünce çok endişelenmiştim.
Öte yandan entelektüel, aydın ve akademisyenin kesişim kümeleri bulunsa da bunların birbirinden farklı kavramlar ve kimlikler olduğunu atlamamalıyız. Entelektüel, otorite kaygısı ve tamahı en azda bulunan, dünyaya en geniş açıdan bakabilme gayretiyle, geniş bir kaynakla çalışan ve en önemlisi bir öneri inşa edebilen kişidir. Aydın ise daha çok yapan bir kişi olarak ideolojinin içerisindedir. Tanpınar’a atıfla akademisyen ise kariyer ön plandadır.
Türkiye’de eğitim tartışmaları bir tarafa üniversitelerin durumu özerkliği ve akademisyenlerin pozisyonları üzerine tekerrür eden ifadeleri tekrar söylemeye devem edelim. Bu yazımızda giriş niteliğinde eleştirel bir bakış olsun.