Şehrin Yeni Misyonu: Akıllı Şehirler ve İmgelerimiz

Şehir nedir, nerededir? Ve şehre ait olmak neyi ifade etmektedir?

Bütün bu sorular çok boyutlu, çok katmanlı ve çok aktörlü toplumsal ilişkilerin bütününü içine alan cevapları üretir. Öyle ki şehir, siyaset bilimciler için yönetim; iktisatçılar için ekonomik etkinliklerin merkezi; sosyologlar için içinde yaşayanlar; mimarlar için ise inşa ve yeniden inşa mekânıdır. Bizler açısından ise şehir, gündelik hayatımızın ilk muhatabı ve kültürel kodlarımızın en kadim mekânıdır.

Yirmi birinci yüzyıl itibariyle şehir ve kent paradigması, küresel ‘yeniden yapılanma’ sürecinde piyasa ekonomisi yaklaşımları ile dönüşüme uğramıştır. Özellikle bu dönüşümle birlikte tekil mekânsal değerlendirmeler ya da tekil yerleşim tipinden ziyade farklı sosyoekonomik koşullar altında çoklu ölçekler çerçevesinde kentler yeniden değişimi yaşamıştır. Bu süreçte kentlere dair yeni kavramsallaştırmalar ortaya çıkmıştır. Bunlar, ‘küresel kent’, ‘kilit kent’, ‘erdemli kent’, ‘yaratıcı kent’ ve son zamanların en popüleri ‘akıllı kent’ gibi kavramlardır.

“Her insan yaşadığı çağın çocuğudur.’’ demiş Ekrem Özdemir. Bizlerde yaşadığımız çağın çocukları olarak henüz yaşadığımız mekânı anlamlandırabilme fırsatına kavuşmadan ve yaşadığımız mekâna aidiyet hissini oluşturabilecek zamanı bulamadan bu çağın her şeyi ‘akıllı’ yapma gayretiyle şehirlerimizi de akıllı yapmaya niyetlenmiş durumdayız. Bir şeyin ne olduğunu anlayamadan onun akıllı olmasını istemek bu çağın çocuklarının en temel hayali haline gelmiştir. Bu hayal belki de zorlu bir aidiyet hissini ve anlamak için harcanacak bir ömrü başka bir ‘cihaza’ yıkma gayretini de içinde barındırmaktadır. Ama her ne olursa olsun, biraz da ‘akıllı’ olsun.

Bu çerçevede akıllı kent kavramı da yirmi birinci yüzyılda dönüşen paradigmayla beraber ortaya çıkmış ve 1980’li yıllarda küresel pazarlara entegre olmaya çalışan girişimci ve rekabetçi kentlere dayanan bir kavramdır. Diğer kavramlarda olduğu gibi bu kavramda ekonomik ilişkiler ve finansal meseleler çerçevesine sıkışmıştır. Bu açıdan teknoloji ile birlikte kent ekonomisini sürükleyerek kentin dönüştürülmesini ıskalamamak gerekmektedir.

Coğrafyadan bağımsız biçimde özellikle 2010’lu yıllardan itibaren kentlerin rekabet aracı haline gelmiş ‘akıllı kent’ başlığı dijital yönetimler ve akıllı uygulamalarla her düzeyde farklı sorunlarla karşı karşıya kalan kentler için yenilikçi çözümler getirmeyi vaat etmektedir. Akıllı kent uygulamaları sayesinde ulaşım, güvenlik, yönetişim, sağlık, eğitim, turizm, çevre, ekonomi ve afet yönetimi gibi alanlarda çözümler üretilmektedir. Bu çözümler hayatı kolaylaştırmakta ve kentte yaşayan insanların kent yönetimine katılarak kente dair daha fazla söz sahibi olma hakkını sağlamaktadır. Sahiden de gündelik hayatımızın ilk temas noktası olarak kentin akıllı bir forma evrilmesiyle birçok şeyin erişilebilirliği artmış ve ihtiyaçlarımızın çözümleri kolaylaşmıştır. Ancak dijitalleşme ile birlikte modern dönemlerin yeni kent ütopyaları esasında hayatımızın her anını takibe almaktadır. Evden çıktığımız andan itibaren ‘biri bizi gözetliyor’ hissini gizleyerek sürekli gözetlenmekteyiz. Bir sabah evden çıktıktan sonra karşılaştığınız bütün kameraları saymanız bile burada ifade edilmek isteneni fark edebilmek için yeterli olacaktır. Öyleyse modern kentler bizi belli bir ekonominin arkasına sürükleyen ve yönetişimi vaat ederken bizi belli kalıplara sokan yeni birimler mi?

Abdülhak Şinasi; “Asıl bizim olan, bize sadık şekilde bağlı olan, bizi bizde ve bizim için saklayan’’ diye şehrin sakladıklarını ifade etmiştir. Şehre mistik ve saklayan bir tanım veren bu yaklaşımla birlikte kadim şehirlerin insanın mekanla kurduğu ilişkiyi romantikleştiren yanları kaybolma riski mi taşımaktadır? Çoğu zaman, bir şehirde yaşamak aslında bir imgede yaşamak anlamı taşımaktadır.

Şehirlerimiz akıllı olma misyonunu üstlenirken, imgelerimizi kaybetmemeye, aidiyetlerimizi inşa ve imar ederken hassasiyetle yaklaşmaya dikkat etmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eray Eroğlu Arşivi