Tedirginlikler Çağında Kırılgan Varoluşlar

Yaşadığımız çağda her geçen gün bireylerin ‘’endişe’’ biçimlerinin ve ‘’kaygılarının’’ küresel ölçekte artmakta olduğunu görüyoruz. Bireyin dış evrenle kurduğu ilişkide ‘’kırılgan’’ bir düzey oluşmakta ve oluşan bu kırılgan düzey, birey açısından yoğun bir ‘’belirsizliğe’’ evrilmektedir. Bu belirsizlik durumu öznenin kendisini koruma ve öznenin varoluş mücadelesini devam ettirme kaygısını artıracaktır. Bireyin/öznenin, modern sonrası dönemde maruz kaldığı birçok bilgi -küresel ısınma, küresel çevre sorunu, sosyal mecralar, afetler- geniş bir alanda yalnızca psikolojik anlamda değil, biyolojik anlamda da bir ‘’var olma’’ kaygısını ortaya çıkarır.

İnsanlık tarihinin her aşamasında felaketler, savaşlar, gıdaya erişim ve hastalıklar nedeniyle bireyler hayatlarını yeni duruma göre dizayn etmek durumunda kalmış, bu mücadeleler ile insanlık tarihi bu çağa kadar gelebilmiştir. Ancak bugün yaşadığımız dünyada bütün bunlar olmaksızın bir belirsizlik durumunun oluşması, modern sonrası döneme özgü bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun toplumların, bireysel, ulusal ve küresel ölçekte tehditlere karşı çok fazla bilgiye erişim imkanıyla oluştuğu söylenebilir. Üstelik bu bilgi akışının hızlanması ile bilgi kirliliği tartışmaları gündeme gelmekte ve bilginin güvenirlilik sorunu da ciddi bir durum oluşturmaktadır.

Modern sonrası dönem ile özdeşleştirilen belirsizlik, endişe kavramları, Bauman’ın düşünce güzergahına yön vermiştir. Zygmunt Bauman’ın ‘’akışkan/sıvı modernite’’ kavramını ‘’post modern’’ kavramı yerine kullanmış olması da ‘’belirsizlik’’ ile bu dönemi özdeşleştirmesinden kaynaklanmaktadır. ‘’Değişmeyen tek şey değişim, kesin olan tek şey ise belirsizliktir.’’ vurgusu ile dönemi ifade eden Bauman, bu durumun en belirleyici özelliğinin sosyal ilişkiler ve kurumların katılaşacak kadar zaman bulamıyor olması şeklinde ifade edecektir.

Asrın Felaketi ve Endişeler Enkazı

İşte bu denli ‘tedirgin’ ve ‘kaygılı’ bir dönemde 6 Şubat sabahı, 17 Ağustos 1999 Depreminde göçük altından çıkarak benim hayatımın mucizesi olmuş eşim, büyük bir deprem olduğu haberiyle beni uyandırdı. Yüzünde gördüğüm ‘endişe’ ve ‘kaygı’ zihnimde derin bir kırılgan belirsizliğe dönüştü. Bir anda onunla birlikte daha 4 yaşında bir göçüğün altında kurtarılmayı bekler bir vaziyette gibi hissettim, kendimi. Bir bayram günü gittiğimiz Adapazarı’nda yürürken de benzer bir hisse kapılmıştım. Ama bu kez kaygı biçimim, bütün bir vücudumu kaplamıştı.

Bu hissin toplumda da bir karşılığının olduğunu ve kısa sürede toplumsal bir dayanışmaya evrildiğini, insanların bir başkası için kaygılanmasının birlikte var olma iradesine dönüştüğüne ivedilikle afet bölgelerine yardıma koşanlar ile şahit olduk. Bir başkası için ‘kaygılanma’ ve ‘tedirgin olma’ durumunun ortak bir mücadeleye ve bilince dönüşmesiyle birlikte bütün bir Türkiye bölge için seferber oldu.

Bir diğer taraftan, yazının giriş kısmında bahsi geçtiği üzere ‘sosyal mecralar’ ve diğer iletişim kanalları aracılığıyla tedirginlik ve kaygı artırıcı paylaşımların artması esasında sosyal bir travma yaratma riski taşımaktaydı. Asrın felaketi ile mücadele ederken bu riskin gerçekleştiğine de şahitlik etmiş olduk. Öyle ki lisans eğitimini tamamlamış bireylerin, bilgi kirliliği oluşturan ‘deprem saat ve bilgisi(!)’ içeren mesajları paylaşmaları bu durumu kanıtlar nitelikteydi. Her bir bireyin ve öznenin kırılgan bir gelecek ilişkisiyle tedirgin olduğu bir dönemin ziyadesiyle yoğunlaştığı günleri yaşadık.

Eşimin 4 yaşındayken hayata uzanan o büyük kurtuluş hikayesiyle birlikte bölgedeki insanlarımızın da tedirginlik ve kaygı durumlarının yalnızca o günlere ait olamayacağını düşünmekteyim. Uzun soluklu bir mücadelenin ve hayata tutunma arayışının oluşacağını düşünürken başka birisi için kaygılanma durumunun ortak bir bilince dönüşme durumunun kısa süreli olmaması gerektiğini söylemeliyim.

Hannah Arendt’ın da belirttiği gibi belirsizlik ürkütücü olduğu kadar içinde umut da taşır.

Asrın Felaketinde vefat eden herkese Allah’tan rahmet, geride kalanlara sabırlar diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eray Eroğlu Arşivi