Günümüz dünyasında başarıyı sadece rakamlarla, unvanlarla veya teknolojik hızla ölçmeye fazlasıyla alıştık. "Zeka" dediğimiz o pırıltılı kavram, tek başına en büyük kutsalımız haline geldi. Ancak gözden kaçırdığımız çok kritik bir eşik var: Zeka, tek başına bir pusula değildir; sadece bir motordur. Eğer o motorun başında karakterli bir kaptan yoksa, geminin karaya oturması değil, limanı yıkıp geçmesi işten bile değildir.
Zekanın Karanlık Yüzü
Zeki ve başarılı olmak, bir insana büyük bir hareket alanı ve güç bahşeder. Fakat bu güç, şefkatle ve ahlaki bir zeminle terbiye edilmediğinde ortaya çıkan tablo "verimlilik" değil, "yıkım" olur. Tarih, çok zeki olduğu halde vicdanı nasır tutmuş insanların toplumlara ödettiği ağır bedellerle doludur. Sadece kendi çıkarını gözeten, empati yeteneği gelişmemiş bir deha; bir dolandırıcıya, bir tiran ya da toplumsal dokuyu bozan bir manipülatöre dönüşebilir.
Karakter zenginliği ve erdem ahlakı, bireyin sahip olduğu potansiyeli "başkalarına rağmen" değil, "başkalarıyla birlikte" kullanmasını sağlar. Bir insanın ne kadar bildiği değil, bildiğiyle ne yaptığı önemlidir.
Teknikten İnsana Dönüş
Bugün eğitim sistemlerimizden iş dünyasına kadar her yerde "yetkinlik" avcılığı yapıyoruz. En iyi kod yazanı, en hızlı satış yapanı, en karmaşık denklemi çözeni arıyoruz. Ancak "en iyi insan" olanı aramayı ihmal ediyoruz. Oysa bir toplumun huzuru, bireylerin IQ seviyesinden çok, birbirlerine duydukları güven ve ahlaki tutarlılıkla inşa edilir.
Zeka bir silahtır. Onu bir cerrahın neşteri gibi hayat kurtarmak için mi, yoksa bir caninin bıçağı gibi zarar vermek için mi kullanacağımızı belirleyen tek şey karakterimizdir. Parlak beyinlerin, parlayan kalplerle birleşmediği bir gelecek, sadece teknik olarak gelişmiş ama ruhsal olarak çökmüş bir dünyadan ibaret kalacaktır.