Gönüllerin Derinliklerinde Bir Işık: Şems-i Tebrîzî

Gönüllerin Derinliklerinde Bir Işık: Şems-i Tebrîzî

Tarih boyunca bazı insanlar vardır ki, onlar sadece yaşadıkları çağda değil, asırlar sonrasında da kalplerde iz bırakır. İşte o isimlerden biri de Şems-i Tebrîzî’dir. Onun hayatı, sırlarla dolu olduğu kadar, derin bir hakikatin de izini taşır. Kimine göre bir derviş, kimine göre bir bilge; ama en çok da Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin hayatında bir dönüm noktasıdır.

1207 yılında Tebriz’de doğduğu tahmin edilen Şems, genç yaşlardan itibaren manevî ilimlere yönelmiş, tasavvuf yolunda derinleşmiştir. Kendisine “Şems-i Pervane” yani “güneşin etrafında dönen” lakabı da verilmiştir. Çünkü onun aydınlığı, çevresindekileri etkisi altına almış, gönülleri yakmıştır.

Şems’in asıl hikâyesi, 1244 yılında Konya’ya gelişiyle başlar. O dönemde önemli bir din âlimi olan Mevlânâ ile karşılaştığında, hem Mevlânâ’nın hem de tüm insanlığın kaderi değişir. İki büyük ruhun buluşması, kelimelerle anlatılamayacak bir dönüşümün başlangıcı olur. Şems, Mevlânâ’nın sadece aklını değil, gönlünü de harekete geçirir. Ona aşkın, tefekkürün ve hakikatin derinliklerini gösterir.

Ancak bu derin bağ, çevrelerinde kıskançlık ve huzursuzluk yaratır. Şems, bazı rivayetlere göre Konya’dan iki kez ayrılır. İkinci gidişi ise bir sır perdesiyle örtülüdür. Kimi kaynaklara göre öldürülür, kimi ise onun başka diyarlara gidip kayıplara karıştığını söyler. Net olan tek şey, Şems’in fizikî olarak yokluğunun bile, Mevlânâ’nın gönlünde bir sonsuzluk yolculuğuna vesile olduğudur. Mevlânâ’nın divanlarında geçen “Şems-i Tebrîzî” gazelleri, bu derin aşkın ve manevî bağlılığın yansımasıdır.

Bugün Konya’da Şems-i Tebrîzî Türbesi hâlâ ziyaret edilmektedir. Onun ismi, sadece Mevlânâ ile değil, aynı zamanda aşk, irfan ve teslimiyetle anılır. Şems, bize sevgiyi, hakikati ve insanın iç yolculuğunu öğretir. O, görünmeyeni göstermeye çalışan bir aynadır.

Bir köşe yazarı olarak değil, bir arayıcı olarak söylemeliyim ki: Şems’i anlamak için onu sadece okumak yetmez. Onun gibi susmak, onun gibi düşünmek ve belki de onun gibi sevmenin peşine düşmek gerekir. Çünkü o, ilmin şekliyle değil, ruhuyla ilgilenmiştir. Ve bu yönüyle, çağları aşan bir ışık olmuştur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şule GÜMRAH Arşivi