
Şule GÜMRAH
Sessizlikten Gelen Çığlık
Son haftalarda ülke gündemi, birbiri ardına yaşanan olaylarla adeta nefes aldırmıyor. Ekonomik dalgalanmalar, yangınlarla yanan ormanlarımız, sosyal medyada patlayan kampanyalar, sokakta yükselen öfke… Her şey üst üste binerken, toplum olarak derin bir yorgunluk içinde olduğumuz inkâr edilemez.
Ama asıl tehlike, bu kadar çok şeyin yaşandığı bir dönemde bile toplumun büyük bir bölümünün sessizliğe gömülmüş olması.
Eskiden bir haber toplumda sarsıntı yaratır, gazetelerde manşet olur, sokakta konuşulurdu. Şimdi ise ne kadar büyük olursa olsun, bir olayın ömrü en fazla birkaç saat. Gündem hızla akıyor ama biz, bu hızın içinde olan biteni ne anlayabiliyor ne de sindirebiliyoruz. Belki de en büyük yorgunluğumuz, olanı biteni sadece izlemek zorunda kalmamızdan kaynaklanıyor.
Ekonomi desen, enflasyon karşısında eriyen maaşlar, gençlerin hayal kurmaktan vazgeçmesi… Eğitim desen, sınavlarla şekillenen hayatlar, sistem değişiklikleriyle yitirilen yıllar… Adalet desen, kamuoyunu derinden sarsan davalar, hâlâ yanıt bulamamış sorular… Ve doğa: ciğerlerimiz olan ormanların yok oluşunu sadece ekranlardan izlemekle yetinmemiz…
Bir ülkede vatandaşların sürekli “Bir şey değişmez” duygusuyla yaşaması, sadece umutsuzluk değil, aynı zamanda bir alarmdır. Çünkü değişimin olmazsa olmazı, halkın kendini ifade etmesi, sesini duyurmasıdır. Oysa biz artık sosyal medyada bile konuşmaktan çekinir olduk.
Ancak şunu unutmamak gerek: Sessizlik de bir tepkidir. Bazen bir çığlıktan daha güçlü olabilir. Yeter ki bu sessizlik umutsuzluğa değil, yeniden düşünmeye ve yeniden ayağa kalkmaya hizmet etsin.
Ülke olarak çok şey yaşadık. Belki daha fazlasını da yaşayacağız. Ama önemli olan; yaşarken kimliğimizi, vicdanımızı ve geleceğe olan inancımızı kaybetmemek. Çünkü her karanlığın ardından bir sabah gelir. Yeter ki sabaha hazırlanmayı unutmayalım.