İnsan hayatında neredeyse her şey dijital oldu. Bir kahve siparişi, bir kitap alışverişi veya kurduğumuz dostluklar bile sanal... Peki bu kolaylık bize gerçekten mutluluk mu getiriyor?
Geçmişte alışveriş bir ihtiyaçtı. Bayramdan bayrama yeni ayakkabılar alınır, okul zamanı çantalar yenilenirdi. Şimdi ise canımız sıkıldığında parmağımız bir uygulamaya gidiyor. Her şey elimizin altında.
“Sepete ekle” butonu, içimizdeki yalnızlığı, can sıkıntısını ya da öfkeyi bastıran sihirli bir dokunuşa dönüşmüş durumda. Bu unsurları bir “stres atma yöntemi” olarak tanımlayabiliyoruz. Ama işin gerçeği şu: O ürün eve gelene kadar dopaminle şişiyoruz, kutuyu açtığımız anda ise balon patlıyor. Geriye pişmanlık ve tatminsizlik kalıyor.
Oysa insan, beş duyu organıyla tat alarak mutlu olan bir varlık. Bir mağazaya girip dokunarak, deneyerek, kokusunu duyarak yapılan alışverişin verdiği haz bambaşka. Oysa online alışveriş, bizi sadece ekrana mahkûm ediyor. Mutluluk kısa, boşluk uzun kalıyor.
Bugün alışveriş, bir ihtiyaçtan çok bir kaçışa dönüşmüş durumda. Kaçtığımız şey ise çoğu zaman kendi duygularımız. Yalnızlığımız, sıkıntımız, belki de içimizde yüzleşmekten korktuğumuz gerçeklerimiz… Bu yüzden bir tıkla değil, bir adımla; mesela yürüyüş yaparak, bir dostu arayarak ya da bir sayfa kitap okuyarak da tatmin olabiliriz. Bunu sağlayabilir miyiz bilmiyorum ama en azından bazı kötü şeylerin daha da kötü olmasını engellemek bizim elimizde. Belki de bazen gelişmemek, insana daha fazla iyi gelirdi...