Yaz mevsiminin en sıcak günlerini yaşıyoruz. Termometreler rekor kırarken, gökyüzünde süzülen duman bulutları artık sıradan bir manzara haline geldi. Ormanlarımız, sadece ağaçlardan ibaret değil; içinde binlerce canlıyı barındıran, toprağı besleyen, suyumuzu temizleyen, nefesimizi sağlayan yaşayan bir ekosistem. Ancak bugün, her yaz tekrarlanan yangınlarla adeta nefesimiz daralıyor.
Bilim insanları yıllardır uyarıyor: İklim değişikliği, sadece hava sıcaklıklarını değil, yaşam biçimimizi de değiştirecek. Daha uzun süren kuraklık dönemleri, artan sıcaklıklar ve güçlü rüzgârlar, orman yangınlarının şiddetini ve yayılma hızını artırıyor. Bir kıvılcım, artık sadece küçük bir alev değil; kilometrelerce ormanı, yüzlerce canı ve onlarca yıllık emeği yok edebiliyor.
Ama mesele sadece doğanın kendi dengesi değil. İnsan eliyle yapılan yanlışlar, bu felaketleri katlıyor. Plansız yapılaşma, kontrolsüz tarla temizliği, dikkatsizlikle bırakılan cam şişeler, hatta kasıtlı çıkarılan yangınlar… Her biri, yeşilin sessiz çığlığını alevlere teslim ediyor.
Yine de umudu kaybetmemek gerek. Çünkü bu felaketlerin önüne geçmenin yolu var. Daha sıkı denetimler, erken uyarı sistemleri, gönüllü yangın timleri, ağaçlandırma seferberlikleri ve en önemlisi toplumsal farkındalık… Her birimiz, ateşin kıyısında yaşamayı kabullenmek yerine, o ateşi söndürmek için elimizi taşın altına koymalıyız.
Unutmayalım, doğa bizden intikam almıyor; sadece bizim hatalarımıza karşı kendini savunuyor. Bugün bir ağacı kurtarmak, yarın nefesimizi kurtarmaktır. Eğer biz, bu gezegeni korumak için harekete geçmezsek, yarın o kıyıda sadece küllerin arasında durup geriye bakmak zorunda kalabiliriz.