Ümmühan Tünen

Ümmühan Tünen

“Aynı Gökyüzü Altında: Sarsıntılar ve Alevler Arasında Türkiye”

Türkiye, coğrafi olarak hem bereketli hem de kırılgan bir ülke…
Bir yanda verimli ovalar, yemyeşil ormanlar; diğer yanda yer kabuğunun derinlerindeki fay hatları ve kavurucu sıcaklarda tutuşmaya hazır orman örtüsü. Her yıl, doğanın bize hatırlattığı o sert gerçeği yeniden yaşıyoruz: Biz misafiriz, o ev sahibi.
Sındırgı’nın Sarsıntısı
10 Ağustos 2025’te Balıkesir’in Sındırgı ilçesi, 6.1 büyüklüğündeki depremle sallandı.
Bir yaşlı kadın hayatını kaybetti, 50’den fazla kişi yaralandı, onlarca bina kullanılamaz hale geldi. Ardından binin üzerinde artçı sarsıntı… Evlerin duvarlarında çatlaklar, insanların kalplerinde ise derin yarıklar oluştu.
Depremler, yalnızca binaları değil; hafızamızı da yıkıyor. 2023’te yaşadığımız büyük felaketin acısı henüz tazeyken, aynı ihmallerin tekrar sahneye çıkması, toplumsal hafızamızın ne kadar kısa olduğunu gösteriyor. Denetimsizlik, “bu bölgede büyük deprem olmaz” rehaveti ve günü kurtaran inşaat anlayışı… Hepsi, kayıplarımızın sessiz suç ortakları.
Ege’nin Alevleri
Aynı günlerde Ege kıyılarında bambaşka bir felaket yaşanıyordu: Orman yangınları.
Çanakkale’den İzmir’e uzanan hat boyunca rüzgârla büyüyen alevler, köyleri, tarlaları ve hayvan barınaklarını tehdit etti. Binlerce kişi tahliye edildi. Gökyüzü, o bildiğimiz masmavi rengini kaybedip koyu turuncu bir örtüye büründü. Kuşlar yönünü şaşırdı, toprak kavruldu, zeytinlikler kül oldu.
Yangınların büyük kısmı insan kaynaklı… Kimi dikkatsizlik, kimi kasıt. Ama yangınların bu kadar hızlı yayılması, hazırlıksızlığın bir başka yüzü. Yeterli yangın söndürme uçağımız var mı? Köylere yeterince erken uyarı sistemi kurulmuş mu? Yangın yolları açık mı? Bu soruların cevabı, ne yazık ki hâlâ tatmin edici değil.
Ortak Nokta: Önleyemediğimiz Felaketler
Depremler ile yangınların tek ortak noktası, ikisinin de doğa olayı olması değil…
Asıl ortaklık, önlenebilir sonuçlarının önlenememesi. Depremi durduramayız, ama sağlam bina yapabiliriz. Yangını tamamen ortadan kaldıramayız, ama etkisini en aza indirecek planlar geliştirebiliriz.
Sorun şu ki biz, hâlâ “olduktan sonra” çözüm üretmeye alışkınız. Öncesinde yapılan yatırımlar, tedbirler, eğitimler… Bunlar hep “fazladan masraf” gibi görülüyor. Oysa her felaket sonrası harcadığımız paranın ve kaybettiğimiz canların maliyeti çok daha büyük.
Bir Çağrı: Doğayla Kavgayı Bırakmak
Bu ülkenin çocukları olarak, artık “afetlere alışmak” yerine “afetlere hazırlanmayı” öğrenmemiz gerekiyor.
Bu bir tercih değil, varoluş meselesi.
Doğa bize kızmıyor, cezalandırmıyor; sadece kendi yasalarını işletiyor. Bizim yapmamız gereken, o yasaları anlamak ve onlarla uyumlu bir yaşam kurmak.
Depremler ve yangınlar, sadece can kayıplarına değil; umut kayıplarına da neden oluyor. Her sarsıntıda, her alevde insanlar evlerini, anılarını, yaşama isteğini yitiriyor. Bu yüzden önleme politikaları, yalnızca mühendislik ya da lojistik meselesi değil; aynı zamanda psikolojik ve toplumsal bir güven inşasıdır.
Türkiye, aynı gökyüzü altında hem sarsıntılarla hem alevlerle sınanıyor.
Ama bu sınavdan geçmek, ne “kader” dediğimiz teslimiyetle, ne de “biz güçlü milletiz” diye başlayan hamasi cümlelerle olacak. Gerçek güç, hazırlıkta, önlemde ve dayanışmada.
Bir gün deprem olduğunda binalar yıkılmıyorsa, yangın çıktığında evler yanmıyorsa… İşte o gün, bu ülke gerçekten güçlüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümmühan Tünen Arşivi