Bir ülkenin geleceği, gençliğinin sesinde gizlidir derler. Ama ya o ses artık çıkmıyorsa? Ya gençler konuşmaktan vazgeçtiyse? Bugün, Türkiye’nin dört bir yanında kütüphanelerde ders çalışan, atama bekleyen, sınav stresiyle gece uykusuz kalan, iş bulamayan ama hâlâ umudunu kaybetmeyen bir gençlik var. Sessizler. Kızgınlar. Yorgunlar.
Eskiden gençlik, meydanlarda olurdu. Şimdi ekran başında, kulaklıklarla dünyadan kopuk yaşıyor. Ne sesleri duyuluyor ne de sözlerine değer veriliyor. Çünkü çoğu zaman onlar konuştuğunda “daha yaşın kaç?” diyenler, “bizim zamanımızda…” diye başlayan cümlelerle susturuyor. Oysa bu gençlik sadece şikâyet etmiyor; çözüm de istiyor. Dinlenmek, anlaşılmak, en azından görülmek istiyor.
Z kuşağı, diye küçümsenen bu kuşak aslında hayal kurmayı bilen ama hayal kurmaya bile fırsat verilmeyen bir nesil. Üniversite diploması olan ama işsizlik kuyruğunda bekleyen, yurtdışı hayali kuran ama vatanına bağlı kalmak isteyen, sosyal medyada özgür ama gerçekte suskun olan bir gençlik.
Bir ülke düşünün: En çalışkan, en üretken, en yaratıcı kesimi mutsuz. O zaman ilerlemeden nasıl söz edebiliriz?
Sadece ekonomi değil mesele; adalet, liyakat, fırsat eşitliği, eğitim kalitesi… Gençler bunları soruyor. Ama cevapsız kalıyor. Siyasi vaatler havada uçuşurken, onlar hâlâ KYK borcunu nasıl ödeyeceğini, mezun olunca ne yapacağını, ailesine nasıl destek olacağını düşünüyor.
Belki de artık büyüklerin susup gençleri dinleme vakti gelmiştir. Onları “kayıp kuşak” olarak etiketlemek yerine, bu ülkenin gerçek sahibi olarak kabul etmek gerekir. Çünkü değişim onların içinden gelecek. Yeter ki biz, o sessizliğin ardındaki çığlığı duymayı bilelim.