Yılmaz Sandıkcı

Yılmaz Sandıkcı

Kazakistan’dan Selamlar

Bakarken görmeyi bilmeyen bakar körler hiç de az değil aramızda; bakarken görmesini bilenler farklı ortamlarda yeni bakış açıları kazanabilirler, yeni ortamlarda bulunarak, bakış açılarını ufuklarını genişletebilirler.

*

Görmeyi öğrenenler, alışkanlıkla kabul edilmiş bazı yanlışların niçin doğru sanıldığını ve bazı yanlışların, sanki doğruymuş gibi itibar gördüğünü fark edebilir. Yanlışı doğruymuş gibi konuşma becerisine sahip kişilerin farkındalık sahibi olmadan dinleyen, bakar körleri doğru yoldan nasıl saptırdığını anlayabilirler. Anlayan kişiler zihinsel olarak uyanır, farklı düşünceleri, görüşleri tartışmadan, kavga çıkarmadan dinleyebilecek seviyeye yükselir. Uyarır, uyandırır, malumat ile yayılan ilimden bilgi üretmeyi öğrenirler.

*

Yeni yerlerde, yeni ve ilginç sorular, görüşler eksik olmaz, örneğin; bir Orta Asya seyahatimizde Moğolistan doğumlu bir Kazak kardeşimizin, “Türkiye’de Türkçe konuşarak -Türk diye bir millet yoktur- diyen siyasetçileri dinleyen ve Türkçe anladığı halde bunlara itiraz etmeden oy verenlerin varlığını fark edip, bunu çok tuhaf bulduğunu anlatmıştı… Böyle seçmenler, neyi oyladığını fark etmiş midir?” diye sormuştu.

*
1991-92 kışında ilk gelişimde SSCB’nin yıkıntısı içinden yükselmeye çalışan Kazakistan’ı dört bucak gezmiştim ve bu kadar uzak bir coğrafyada dil kardeşlerimizin olduğunu öğrenmekten çok etkilenmiştim ama üzücü olan Atatürk’ün ön görüsüne rağmen Atatürkçü(!) geçinenlerin bölgedeki kardeşlerimiz ile bağ kurmak için hiçbir tedbir almadığını görmem olmuştu. “Atatürk’ün izinde” olmak yerine “yan gelip yatarak” sürekli “izinde“ olabilen bu beşer türünden uzak durmaya çalıştım hep.

*
Komünistler, kontrol altına aldıkları Türkleri farklı adlar altında bölüp aralarındaki bağları yok etmeye çalışırken, halkların kardeşliği lafları ile milliyetçi damarı kuruturken, İslam adına konuşanların da ırkçılık yerine milliyetçiliği günah göstererek aynı hedefe hizmet ettiğini görmek de bir başka tuhaflık idi benim için. Komünistler ve İslamcılar birbirlerine düşmanlarken, nasıl oluyor da Türklerin milliyetçi damarını uyutmak için benzer yöntemleri kullanıyorlar.

*

Günah olan milliyetçilik değil, ırkçılıktır demek gerekmez mi sizce de? Ve sizci-bizci davranışlar ile adam kayırma haksızlığı ile liyakati ayaklar altına alan, insan kalitesini düşüren, ayakları baş ederken ahlakı, güveni ayakaltına indiren particilik, cemaatçilik, hemşericilik, akrabacılık, mezhepçilik, tarikatçılık vb gibi alçak davranışlar değil midir? günah olan!

*

Peygamber (sav) efendimizin “asabiyet yapan bizden değildir” hadis-i şerifini milliyetçi duyguları yok etmek için çarpıtanlar, milliyetçilik ile ırkçılık arasındaki farkı ortaya koymayanlar ya büyük bir gaflet ya da büyük bir aldanma içindeler ya da Müslüman kılığında İslam düşmanlarına hizmet ediyorlar. Bu konuda doğruyu görmek için hangi açıdan bakmak gerekiyor sizce?

*

Müslüman milletleri geliştirmeden, güçlü bir İslam Ümmeti kurulamayacağının ve dünyayı yönetecek güce ulaşan devletlerin milliyetçiliğe nasıl sarıldığının görülmesi gerekir artık bence…

*
Geçen haftaki Kazakistan ve Kırgızistan’daki tarihî kazılarda bulunup müzelerde sergilenen pantolon, ceket, şapka, çizme türü giysileri görünce, kıyafet devrimi yapmış olmasından dolayı Atatürk’e karşı düşmanlık üretenlere aldananları hatırladım. Osmanlıcılık yapacam diye, 36 padişah tablosunu duvarına asan ama “…Osmanlı’nın kaçıncı padişahı Frenk (yani Avrupa) modasına göre giyinerek kıyafet devrimini başlatmış, son padişahlardan kaç tanesi bu kıyafet devrimine itiraz etmeden uyum sağlamış?” şeklindeki soruyu cevaplayamayanları hatırladım. Hem de duvara duran tabloya bakmalarına rağmen. Sebebini anlamadıkları bir iftira yüzünden Atatürk’ü kötülemeye devam edenlere aldananları hatırladım.

*

Ve şu atasözümüzü andım, birini övmek için diğerine sövmek gerekmiyor, söverken aslında kimlere hizmet ettiğimizi görmek için uyanmak gerekiyor. Kazakistan’dan selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yılmaz Sandıkcı Arşivi