Ayşe Özel
Fil Yavruları
Bu hafta sizlere III. defterde yer alan “Fil Yavruları” kıssasından bahsetmek isterim.
Hz. Pir okuyacağımız satırlarda hangi sırları bizlere anlatmak istedi ise, Rabbim onları yüreğimize ilmek ilmek işlesin, idrak ettirsin ve hayatımıza dahil etmeyi nasip etsin.
Belki işitmişsindir;Hindistan’da arif bir adam, dostlarından birkaç kişinin uzak bir yolculuktan aç ve çıplak bir hâlde geldiklerini gördü. İrfandan kaynaklanan merhameti ve sevgisi coştu; onları güler yüzle karşılayıp hoşça bir eda ile selam verdi. Dedi ki; “Biliyorum, mideniz bomboş, çok açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüş, bu yüzden zahmetlere, sıkıntılara uğramışsınız. Fakat ne olursa olsun dostlar, Allah aşkına olsun, sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi gideceğiniz yolun üzerinde fil yavruları var. Öğüdümü candan, gönülden dinleyin de fil yavrusuna dokunmayın. Onları avlamak gönlünüze pek hoş gelir. Çünkü onlar çok körpe, latif ve semizdir. Fakat anaları pusuya yatmış, onları gözetmektedir. Her ana gibi, ana fil de yavrusuna çok düşkündür. Gereğince yavrusunun arkasına düşer, ağlayıp inleyerek yüz fersah yol alır. Âdeta hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrusuna merhameti çoktur. Sakın ha yavrusunu avlamayın”.
Sonra nasihatçi sözlerini şöyle sürdürdü; “Bu nasihatimi tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin. Bitki ve yapraklarla yetinin de fil yavrularını avlamaya varmayın. Ben vazifemi yaptım, nasihat verme borcumu ödedim. Nasihate uyanın sonu ancak selamettir. Ben sizi pişmanlıktan kurtarmak için elçiliğimi yaptım ve aldığım haberleri size tebliğ ettim (ulaştırdım). Kendinize gelin, sakın açgözlülük yolunuzu kesmesin, yiyecek hırsı sizi kökünüzden koparmasın”. Bunları söyledikten sonra da, “Allah hayırlar versin” diyerek onları uğurladı, gitti.
Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı. Ansızın yolda yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler. Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu kestiler, pişirdiler, tamamıyla yiyip ellerini yıkadılar.
Yol arkadaşlarından birisi, fil yavrusunun etinden yemedi. Onlara da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü yolda kendilerine öğüt veren kişinin sözleri hatırındaydı. O söz, adamın o fili kebap edip yemesine engel oldu. Fil yavrusunu yiyenlerin hepsi yattılar, uyudular. O aç adam ise, sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. O, birdenbire kızgın, korkunç bir filin geldiğini gördü. Fil, önce o uyumayan adama gelip çattı. Onun ağzını üç kere kokladı, fakat ağzından hiçbir kötü koku gelmedi. Birkaç kere etrafında dönüp dolaştı, sonra gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı. Sonra uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı; hepsinden de yavrusunun kokusunu alınca hemen onları birer birer öldürdü. Onlardan hiç ürkmüyor, korkmuyordu. Yavrusunun intikamını almak için onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçaladı.
Hazreti Pir devamında şöyle söyler:
“ Ağzındaki haram lokma kokusu, hileciyi rezil eder. Bizim ağzımızdaki iyi kokular da, kötü kokular da göklere yükselmektedir.
Ey gafil! Sen uyuyorsun; fakat, yediğin veya işlediğin bir haramın kokusu, şu gökyüzüne yükselir durur. Senin çirkin, kötü nefeslerinle birlikte o haram kokusu göklere yükselir. Gökyüzünde o kokuları kontrol etmekle vazifelendirilmiş olan meleklere kadar gider.
Kibir kokusu, hırs kokusu, tama’ kokusu, şehvet kokusu, söz söylerken soğan kokusu gibi duyulur. Ağzı kokan kişi;
«Ben, ne zaman soğan yemişim? Ben soğandan da sarımsaktan da titizlikle sakınırım.» diye yemin bile etse;
O yemin ederken pis kokan nefesi, onun ayıbını meydana çıkarır ve yanında oturanların burunlarına vurur. Sonunda, o kötü kokular yüzünden, ettiği duâlar reddedilir ve gönlün yanlış adım attığını dili ortaya koyar.”
Hazreti Pir’in şerhi üzerine konuşmak elbette haddimize değildir. Bizler herhangi bir ameli işlerken ağzımızdan çıkan kokuyu düşünerek hareket edebilirsek çok daha başka bir yaşam sürmüş olacağımız aşikârdır.
Sevgi ve saygı ile…