
Büşra Köse
Zaman Merhemi
Hayatın en gizemli ve tartışılmaz gerçeklerinden biri zamandır. Tıpkı bir nehir gibi akıp giden, bazen yavaşladığını sandığımız ama asla durmayan bu olgu, varoluşumuzun her anına nüfuz eder. Peki, o meşhur deyiş ne kadar doğrudur? Zaman gerçekten her şeyin yaralarını sarar mı, yoksa bazı izler silinmez birer hatıra olarak mı kalır?
Çocukluğumuzun dizlerimizdeki yaraları zamanla kabuk bağlayıp iyileşti. Kaybettiğimiz oyuncaklarımızın acısı zamanla hafifledi, yerini yenilerine bıraktı. Başarısızlıkların ilk anlarındaki o yakıcı his, zamanın serinletici rüzgarıyla dindi. Belki de bu yüzden atalarımız, "Zaman her şeyin ilacıdır" demişlerdir. Zaman, olayların üzerinden akarken keskin köşeleri törpüler, acı hatıraların rengini soldurur ve yeni başlangıçlara alan açar.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Zamanın saramadığı, hatta derinleştirdiği yaralar da mevcuttur. Kaybedilen bir sevdiğin acısı, yıllar geçse de yürekte taze kalabilir. Yaşanılan büyük bir travmanın izleri, zamanın örtüsünün altında pusuda bekleyebilir, en beklenmedik anlarda yeniden su yüzüne çıkabilir. Vicdan azabının kemirdiği ruh, zamanın geçmesiyle değil, ancak yüzleşme ve helalleşmeyle huzur bulabilir.
Zaman, bazı durumlarda sadece bir tanık olarak kalır. Olan biteni sessizce izler ve müdahale etmez. Kırılan bir vazo, zamanla kendiliğinden onarılmaz; dökülen su kendiliğinden toplanmaz. İnsan ilişkilerinde açılan derin uçurumlar, zamanın akışıyla kendiliğinden kapanmaz. Aksine, ilgisizlik ve iletişimsizlik bu uçurumları daha da derinleştirebilir.
Belki de asıl mesele, zamanın kendisinin bir iyileştirici güce sahip olup olmaması değil, bizim zamanla ne yaptığımızdır. Zamanı nasıl değerlendirdiğimiz, acılarımızla nasıl yüzleştiğimiz, yeni başlangıçlara ne kadar açık olduğumuz iyileşme sürecini doğrudan etkiler. Zamanı sadece beklemek yerine, onunla birlikte hareket etmek, kendimize ve başkalarına şefkat göstermek, affetmek ve affedilmek iyileşmenin anahtarları olabilir.