
Psk. Mehmet AKER
Logoterapi’nin Sessiz Gücü
Logoterapi’nin Sessiz Gücü
Geçen hafta bir danışanımla sohbet ederken bana şöyle dedi: “Her şey yolunda gibi görünüyor ama içimde boşluk var, sanki hayat bir şekilde eksik.” Düşündüm… Dışarıdan bakınca başarılı, sağlıklı, düzenli bir hayatı var. Peki ya iç dünyası? İşte tam da burada devreye giriyor logoterapi: Hayatın içindeki o “eksik” duygusuna, insana özgü anlam arayışına dokunan bir yaklaşım.
Hepimizin hayatında öyle anlar vardır ki, ne yaparsak yapalım sanki hiçbir şey tat vermiyor. Bu duyguyu yalnızca kayıplarda ya da travmalarda değil, bazen durup dururken de hissederiz. İşte logoterapi, tam da bu “boşluk anlarında” insana bir pusula sunuyor.
Viktor Frankl: Karanlıkta Işık Arayan Adam
Logoterapinin kurucusu Viktor Frankl, yalnızca bir teorisyen değildi; söylediklerini hayatın en karanlık yerinde, Nazi toplama kampında sınayan bir insandı. Frankl orada, işkence ve ölümün gölgesinde bile bazı insanların hayatta kalma gücünü koruduğunu gördü. Neden mi? Çünkü onların tutunacak bir anlamı vardı: Bir çocuğunu yeniden görebilmek, yarım kalan bir eseri tamamlamak ya da yalnızca insan onurunu korumak.
Bence logoterapi’nin en çarpıcı yanı da burada: Hayat, her koşulda, en zor şartlarda bile bize bir neden sunabilir.
Anlam Arayışı Neden Bu Kadar Güçlü?
Modern çağın en büyük sorunlarından biri, “her şeyimiz var ama içimiz bomboş” paradoksu. Kariyer, maddi imkânlar, sosyal medya paylaşımları… Dışarıdan her şey parlak ama içten içe “peki bütün bunlar neye yarıyor?” sorusu kemiriyor.
Logoterapi bu noktada der ki: “Senin en temel gücün, koşulların değil, onlara verdiğin anlamdır.”
- İşini sevmiyor musun? Orada bile öğrenebileceğin, kendine katabileceğin bir şey aramak.
- Kaybın mı var? Onu hatırlamanın, yaşatmanın bir yolunu bulmak.
- Yalnız mı hissediyorsun? Bu duygudan kendine dair ne öğrenebilirsin?
İşte anlam, tam da burada, çöküş anlarında filizlenir.
İnsanı Merkezine Alan Terapi
Logoterapi, insana yalnızca “iyi hissetmeyi” vaat etmez. Daha derin bir şey sunar: Hayatla yeni bir bağ kurmak.
Terapide kullanılan tekniklerden bazıları:
- Tutum Değişimi: Kontrol edemediğimiz acılara karşı yeni bir bakış geliştirmek. (Bunu yaşayan bir danışanım şöyle dedi: “Acım azalmadı ama beni tanımlamıyor artık.”)
- Anlam Yönelimli Diyalog: “Benim gerçekten değer verdiğim şeyler neler?” sorusuna yanıt bulmak.
- Paradoksal Niyet: Korkulan şeyle yüzleşerek kaygıyı azaltmak.
Bu yöntemler insanı “kurban” rolünden çıkarıp “hayatını yönlendirebilen biri” haline getiriyor.
Benim Gözümden Logoterapi
Logoterapi’yi yalnızca terapötik bir teknik olarak görmüyorum. Bana göre bu, hayata bakış biçimi. Çünkü hepimiz bir gün o noktaya geliriz: “Neden yaşıyorum?” sorusunun kapımızı çaldığı bir an mutlaka olur. Ve işte o an, logoterapi’nin öğrettiği en basit fakat en güçlü olan şey devreye girer:
“Hayat anlamını senin için hâlâ taşıyor, yeter ki sen onu aramaya devam et.”
Bazen bu anlam, sabah uyandığında seni bekleyen bir çiçekte, bazen de tüm gücünü topladığın son bir vedada gizlidir.
Son Söz: Anlam Arayışı Bitmez
Frankl’ın dediği gibi: “Yaşamak için bir nedeni olan, her türlü nasıla katlanabilir.”
Bugün kendine sor: “Benim nedenim ne?” Cevabı bulamasan bile, o sorunun peşinden gitmek bile hayatına anlam katar. Belki de gerçek güç, o sorunun cevabını ararken attığın adımlardadır.