
Muhammed Mustafa Çetinkaya
Kasvet
Bazı insanlar vardır, gri gökyüzünü romantikleştirir. Cam kenarında oturup yağmurun tıkırtısına kahveyle eşlik eder, içlerine dönmenin huzurunu yaşarlar. Ben o insanlardan değilim.
Kasvetli havaları sevmiyorum.
Griye boyanmış bir gökyüzü, sanki içimdeki neşeyi yavaşça emiyor. Renklerin çekildiği, seslerin boğuklaştığı, zamanın ağırlaştığı günler bunlar. Sabah uyanmak bile ayrı bir mücadeleye dönüşüyor. Perdeleri açtığınızda karşınızda ne güneşin sıcak tebessümü, ne de maviliğin daveti var. Sadece durağan, yorgun bir gökyüzü.
İçimi daraltan da tam olarak bu: hareketsizlik. Gökyüzü bile isteksizken, insanın yola çıkası gelmiyor. Üstelik bu hava, sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da ağırlığını koyuyor insana. Ne kitap okuyası geliyor insanın, ne de bir dostla uzun uzun konuşası… İçsel bir yorgunluk, sebepsiz bir kırgınlık yerleşiveriyor ruhun köşelerine.
Belki de ben güneşe bağımlıyım. O varsa daha kolay inanıyorum her şeyin iyi olacağına. Güneş varken umut daha parlak, yollar daha açık, kelimeler daha canlı geliyor. Hava aydınlıksa, içim de öyle oluyor.
Bazen düşünüyorum; belki de kasvetli havaları sevenler, kendi iç aydınlıklarını dışarıya ihtiyaç duymadan taşıyabilenlerdir. O yüzden gökyüzünün karanlığı onları sarsmaz. Ben henüz o dengeye ulaşamadım.
Kasvetli havalarda ben kendimi biraz eksik hissediyorum. Sanki bir şey unutulmuş gibi, bir şey eksik kalmış gibi. Belki de gökyüzüyle fazla empati kuruyorum, kim bilir?
Yine de mevsimler değişiyor. Gri ne kadar ısrar etse de sonunda mavi kazanıyor. Bu teselliyle, bir sonraki güneşli günü sabırsızlıkla bekliyorum.