Muhammed Mustafa Çetinkaya

Muhammed Mustafa Çetinkaya

Bağlıyız Ama Kime?

Sabah gözümüzü açar açmaz ilk refleksimiz ne? Pek çoğumuz için cevap aynı: Telefona uzanmak. Henüz uykumuz açılmadan ekran ışığı gözümüze çarpıyor, günün ilk bilgileri sosyal medyadan, mesaj kutularından ve bildirimlerden zihnimize akıyor. Gözlerimiz açık ama zihnimiz hâlâ uykuda; çünkü sabahı yaşamadan dijital akışa teslim oluyoruz.
Modern çağın en büyük çelişkisiyle karşı karşıyayız: Daha çok bağlantıdayız ama hiç bu kadar yalnız kalmamıştık. Dijital çağ, beraberinde pek çok kolaylık ve imkân getirdi. Banka işlemlerinden alışverişe, iletişimden eğlenceye kadar her şey birkaç dokunuşla elimizin altında. Ancak bu kolaylık, zamanla bağımlılığa dönüştü. Artık yalnızca işimizi halletmek için değil, hissetmek, unutmak, kaçmak, eğlenmek ve hatta düşünmemek için de ekranlara sarılıyoruz.
Sosyal medya platformları, bir yandan hayatı belgelediğimiz alanlar gibi görünürken, diğer yandan gerçeklikle aramıza kalın bir perde örüyor. Kimi zaman bir arkadaş buluşması yerine ekran başındaki beğeniler daha değerli hale geliyor. Gülümsüyoruz, ama paylaşmak için. Ağlıyoruz, ama dikkat çekmek için. Anılar bile filtreden geçmeden gerçek sayılmıyor.
Farkında olmadan bir “izlenme” kültürüne teslim olduk. Kendimizi anlatmıyoruz, pazarlıyoruz. Ve belki de en acısı, hiçbir zaman tamamen “orada” olamıyoruz. Zihnimiz bir ekranda, bedenimiz başka bir yerde.
Eskiden sıkılmak yaratıcı düşüncenin başlangıcıydı. Şimdi ise sıkılmaya tahammülümüz yok. En ufak boşlukta elimiz telefona gidiyor. Otobüs beklerken, yemek siparişi verirken, reklamlarda, sohbetin sıklaştığı bir anın ortasında bile... Sürekli bir meşguliyet hâli içindeyiz ama neyle meşgul olduğumuzu kendimize sormuyoruz.
Oysa zihnin dinlenmeye ihtiyacı var. Sessizliğe, boşluğa, kendi içinde dolaşmaya…
Ama biz ne yapıyoruz? Bildirim sesini duymayınca huzursuz oluyoruz. Sessizliği korkutucu buluyoruz. Çünkü sessizlikle yüzleşince, içimizdeki boşluklarla da karşılaşıyoruz.
Dijital Detoks: Lüks Değil, Zorunluluk
Dijital detoks deyince çoğu kişi uzak bir dağ evine gitmek ya da telefonu haftalarca kapatmak gibi hayalî çözümler düşünüyor. Oysa mesele bundan çok daha basit ama bir o kadar da derin: Günde bir saat telefonsuz kalabilmek. Sabah ilk iş telefona bakmamak. Uyumadan önce ekran ışığı yerine kitap sayfası görmek. Bunlar küçük gibi görünen ama insanın kendi merkezine dönmesini sağlayan büyük adımlar. Bu adımlar sayesinde yeniden dinlemeyi, odaklanmayı, hissetmeyi ve anlamayı öğreniyoruz. En önemlisi, kendimize zaman tanıyoruz.
Elbette teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkarmamız mümkün değil. Zaten böyle bir çağda yaşarken bu ne gerçekçi olur ne de gerekli. Mesele, teknolojiyi bir araç olarak mı yoksa hayatın merkezine oturmuş bir “amaç” olarak mı gördüğümüz. Eğer bir akşam yemeği sofrasında herkes telefona gömülmüşse, bir çocuk dışarı çıkmak yerine tablet başında büyüyorsa, iki sevgili birlikte otururken ayrı ekranlara bakıyorsa... Orada bir sorun var demektir.
Zamanın ruhu değişti, evet. Ama bu ruhun esiri olmak zorunda değiliz. Her gün bir an, sadece bir an bile olsa ekranı bırakıp gerçekliğe dokunmak... İşte bu, kaybettiğimiz insanlığın ilk adımı olabilir.
Hayat bir bildirim sesiyle başlayıp bitmemeli. Çünkü hayat, ekranın hemen dışında akıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Mustafa Çetinkaya Arşivi